Thursday, August 21, 2008

Gereksiz Tarih Bilgileri

Artık demir almak günü gelmişse zamanda
Meçhule giden bir pompa başlar bu limanda
Ağzı doluymuş gibi sessizce alır yol
Sallanır o kalkışta hem mendil hem de kol
Katılamayanlar bu seyahatten elemli
Günlerce işine bakar elleri kremli
Biçare gönüller! Biten ne son fasıldır bu,
Hicranlı hayatın ne de son pompasıdır bu!
Dünyada sevgililer ve metresler nafile bekler
Bilmez ki böyle gidenler bile dönmeyecekler
Öldüğün gibi dirilirsin derler ya, bilirsin
Bu haldeysen öte tarafta, daha ne istersin?
Bir çok böyle giden memnun ki yerinden
Çok seneler geçti; dönen yok seferinden


Yahya Kemal’den araklayıp Felix Faure'un ölümünü anlatacak şekilde modifiye ederek tiksinç hale getirdiğim ve birazdan anlatmak istediği şeyi daha iyi anlayacağınız şu şiirin utancıyla girdiğim bu yazıma Fransa cumhurbaşkanlarından Felix Faure’dan bahsederek başlamak istiyorum.

Ölüm sebebinden dolayı kamuoyuyla çok yüzgöz olduğu için kendisine Felix Amca diye hitap etmek isterim.

Felix amca 1895 - 1899 yılları arasında Fransa cumhurbaşkanlığı yaptı. Eğer uluslar arası ilişkiler ya da tarih okumuşsanız “dört sene kısa değil mi, daha uzun sürmez miydi genelde” diye düşünebilirsiniz. Evet haklısınız, daha uzun da sürebilirdi. Ama “o olay” yüzünden erken bitti.

Felix amcayı diğer Fransa cumhurbaşkanlarından ayıran ve favorim haline getiren o olay 1899 yılında oldu.

Felix amca, 1899'da birgün cumhurbaşkanlığı sarayında oturmaktayken telefonla metresi Marguerite Steinheil'ı saraya çağırdı (ordaydım belgeseli gibi oldu bu anlatış lan), Marguerite'in gelmesi üzerine başlayan hoşbeş tahmin ettiğiniz gibi başka yönlere doğru kaydı ve Felix amca, Marguerite teyze kendisine çok afedersiniz sakso çekerken inme inmesi sonucu öldü.

Fransızlar ve birçok yazar olay üzerine üzüntülerini bildirirken cumhurbaşkanıyla "la pompe funèbre" ve "Il voulait être César, il ne fut que Pompée" gibi fransızca kelime oyunları yaparak dalga geçmekten de geri durmayarak terbiyesizlik etti ya da ifade özgürlüklerini kullandı. Kafanıza göre karar verin.

Hey sen! Meraklı okuyucu! Hiç benden bir şey bekleme. Bu üstteki fransızca cümleleri tam olarak anlayacak kadar fransızcam yok. Ama olayın üstüne bunları okuyunca gülesim geliyor. Pompée kelimesi Pompei kentinden bahsediyor sanırım ama bana pompa kelimesinin türkçe argosundaki anlamını hatırlatıyor mesela. Ondan sonra gülmeden durabilirsen helal olsun. Adam sanki yukarıda yazdığım gibi edebi bir şiir yazmış böylesine bir konuda. Ben de o fransızca sözlerden esinlenip arakladım üsttekini zaten.

Şimdi Felix Faure'un ölüm şeklini düşünerek şu şiiri bir daha okuyunuz:

Artık demir almak günü gelmişse zamanda
Meçhule giden bir pompa başlar bu limanda
Ağzı doluymuş gibi sessizce alır yol
Sallanır o kalkışta hem mendil hem de kol
Katılamayanlar bu seyahatten elemli
Günlerce işine bakar elleri kremli
Biçare gönüller! Biten ne son fasıldır bu,
Hicranlı hayatın ne de son pompasıdır bu!
Dünyada sevgililer ve metresler nafile bekler
Bilmez ki böyle gidenler bile dönmeyecekler
Öldüğün gibi dirilirsin derler ya, bilirsin
Bu haldeysen öte tarafta, daha ne istersin?
Bir çok böyle giden memnun ki yerinden
Çok seneler geçti; dönen yok seferinden...


Yeri gelmişken, bir “andırma rüzgarı” olarak aklımdan geçen politik içerikli bazı şeyleri sıralamak isterim.


1- İngiliz Dışişleri bakanı Jack Straw amcanın, sabaha kadar süren bir diplomatik görüşmenin ardından Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik teyzeye “geceyi benimle geçirdiğiniz için teşekkür ederim” demesi.

2- Monica Lewinski ve Bill Clinton olayı. “Oval Office”in adının “Oral Office” olarak değiştirilmesi.

3- John F. Kennedy amcayla, Marilyn Monroe teyze olayı ve ikisinin de gizli servis tarafından öldürülmeleri. Hep düşünürüm bu cinayette “Türk tipi namus bekçiliği”nin payı var mı diye. (ikinci cümlede klasik bir uluslar arası ilişkilerci şakası okudunuz, gülmeseniz bile diplomatik şekilde sahte ve şuh bir kahkaha atınız)

4- Adnan Menderes amca da manita yapmıştı Kennedy-Monroe olayına benzer şekilde. Sözkonusu hatun Ayhan Aydan adlı bir opera sanatçısıydı. Hem de iki ilişki de birbirine yakın yıllarda yaşandı ve iki politikacı da birbirine yakın yıllarda devletlerinin karanlık yüzleri tarafından öldürüldü… Enteresan bir hayat çizgisi benzerliği, değil mi?…

5- Lewinski sabıkası olan Bill Clinton amcayla Beyaz Saray’da bir odada başbaşa görüşen Başbakan Tansu Çiller’in görüşme sonrası odadan çıktığında saçlarının biraz dağınık olması bazı hin gazetecilerimizde kuşku uyandırmıştı. Kuşkunun ne olduğunu tahmin edersiniz. Olay ve iddiası saçmalığın alâsı ama biraz üstünde çalışmaya değer.

Mesela,

Şekerpare adlı komedi filminde İlyas Salman’ın oynadığı Bekçi Cumali karakteri genelev patroniçesini annesi gibi görür. Ama bir gün bir adam patroniçeyi odaya aldığında kapının önünde sinirli sinirli volta atar ve yanındakilere “bu adam şimdi benim anamı mı becerecek?” diye bağırır.

Düşünsenize, dönemin Türk genelkurmay başkanı, Çiller ve Clinton odada yalnız görüşürken oda kapısının önündedir ve içeride dönenlerden rahatsızdır. Elde sigara, hızlı hızlı volta atmaktadır. Ara sıra içeri girmeye çalışsa da kapıda nöbet tutan gizli servis elemanları izin vermez. En sonunda dayanamaz ve kendisini sakinleştirmeye çalışan bir diplomata dönüp “bu adam şimdi benim başbakanımı mı becerecek?” diye bağırır.

Hehe…

Bir başka yazıda görüşmek üzere.

No comments: